- VAKIF KAVRAMI VE TÜRK VAKIFLAR MEVZUATININ OLUŞUMU
Mevcut vakıflar kanununun yazımızın konusu olan maddelerini incelemeden önce, kısaca vakıf kavramının üzerinde durmak ve dönemlere göre değişiklik göstermiş olan vakıflar mevzuatımızın gelişiminden bahsetmekte fayda var.
- Vakıf Kavramı
- Vakfın Tarihçesi ve Türk Toplumlarındaki yeri
Vakıf kavramının tarihçesi incelendiğinde bu konuda bir çok ihtilafın bulunduğu görülmektedir. Bir kısım yazarlar vakıf kurumunun islami kaynaklı bir model olduğunu, müslümanlığın ilk dönemlerinde Medine’de inşa edilen mescitlerin ismen vakıf olarak anılmasa dahi günümüz vakıflarının çalışmalarına benzer bir şekilde eğitim hizmetleri sunduğunu öne sürmüşlerdir. 4 halife döneminde de devam eden bu oluşumlar, eğitim ihtiyacına paralel olarak mescitlerin dışında da genişlemeye devam etmiştir.[1] Köprülü’ye göre “vakfın kökeni kimi yazarlarca Hz. İbrahim dönemine dayandırılmaya çalışılsa da bu hususun uydurma olma ihtimali yüksektir.” Kimi yazarlarca vakfın kökeni olarak budist viharaları (tapınakları) gösterilmekte iken, vakıf modelinin Bizans ve Batı kaynaklı olduğu da öne sürülmüştür.[2]
Vakıf kavramının kökenine inildikçe öne sürülen iddiaların çoğalması ve fikir birliğine varılamaması, aslında bu kavramın her toplumda genel anlamda sosyal yardımlaşma ve dayanışma babında bir ihtiyaç olarak öne çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle konumuzdan sapmamak adına köken açısından öne sürülen iddialara daha fazla değinmeyeceğiz.
Türk toplumu açısından, vakıf müessesesini İslamiyet öncesi ve sonrası olarak ayırmak daha yerinde olacaktır. İslamiyet öncesi vakıf müessesesi Türklerde her ne kadar önemli bir yer teşkil etse de, İslamiyet sonrası kurulan Türk devletlerinde öncesine kıyasla çok daha sistematik ve yoğun bir şekilde kullanılmıştır. Özellikle Selçuklular ve Osmanlı Devleti’nde vakıflar sosyal hayatın neredeyse her alanına nüfuz etmiş, hemen hemen bütün hizmetler bizzat veya dolaylı olarak vakıflarca yerine getirilmiştir. Öyle ki Selçuklular döneminde sayıları azımsanmayacak derecede yüksek olan vakıfların denetimi için 1.İzzettin Keykavus döneminde Evkaf Nezareti oluşturulmuştur.[3]
Osmanlı Devleti’nde de yine günümüzle kıyaslanamayacak derecede yaygın olan vakıflar, sosyal hayatın her alanında varlığını hissettirmekteydi. Öyle ki bu durumu kısa ve öz bir şekilde Arsebük şu şekilde ifade etmiştir : Osmanlı İmparatorluğu devrinde pek büyük bir inkişafa mazhar olan vakıflar sayesinde bir adam vakıf bir yerde doğar, vakıf beşikte uyur, vakıf mallardan yer ve içer, vakıf kitaplardan okur, vakıf bir medresede hocalık eder, vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman kendisi vakıf bir tabuta konar, vakıf bir mezarlığa gömülürdü.[4]
- b) Vakfın Tanımı
Türk dil kurumunca kabul edilen tanımıyla vakıf “1 ) Bir hizmetin gelecekte de yapılması için belli şartlarla ve resmî bir yolla ayrılarak bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk, para. 2) Bir topluluk veya bir kimse tarafından bırakılan mülk ve paranın idare edildiği yer. 3) Birçok kişi tarafından kurulan ve toplum yararına çalışmayı ilke edinen kuruluş.” anlamlarına gelmektedir.
Sözlük anlamında görüldüğü üzere vakıf, hem vakfedilen mülk, hem de bu vakıfların idare edildiği kuruluş olarak tanımlanmış ve bir ayrıma gidilmemiştir. Ancak mevzuat açısından kanun koyucu bu hususta ayrım yoluna gitmiş, vakıf terimini tüzel kişiliğe haiz kuruluşlar için kullanmış, vakfedilen mallar ve haklar için ise “vakıf taşınmazları, vakıf malları, vakfiyeler” gibi terimler kullanmıştır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu Md.101’e göre “Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.”
- Türk Vakıflar Mevzuatının Oluşumu
Cumhuriyet sonrası, günümüzdeki vakıflar mevzuatının oluşum aşaması bir hayli sıkıntılı geçmiş, pek çok değişiklik yapılmak zorunda kalmıştır. Bu değişikliklerin nedeni, öncelikle Osmanlı döneminden kalma vakıf teşkilatlanmasının, Osmanlı’nın son dönemlerinde bir hayli karışık bir hal almış olmasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, toplumun her kesimine nüfuz etmiş olan vakıf sistemindeki bozulma ve yozlaşma; ekonomik, sosyal, hukuki vb. bir çok alanda devlet yönetiminde sıkıntılar yaratmıştır.
Osmanlı döneminde cemaatlerce kurulmuş dini temelli bir çok vakıf bulunmaktaydı ve devlet bir takım sosyal hizmetleri bu vakıflar aracılığıyla yerine getirmekte, ayrıca gayrimüslim vakıfların sayısı ve bu vakıfların sahip olduğu mallar da yine yadsınamayacak derecede fazlaydı. Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda, Osmanlı’daki vakıflar yapılanması bu ilkelerden devletçilik, laiklik gibi bazı ilkelere ters düşmekte, yine çağdaşlık ve inkılapçılık ilkelerine de temas etmekteydi.
TBMM’nin kurulmasıyla beraber ele alınan konulardan birisi de vakıflar konusunda düzenleme yoluna gidilmesi olmuştur ancak Cumhuriyet’in ilanına kadar geçen süreçte radikal kararlar alınmamıştır. 2 Mayıs 1920 tarihinde Büyük Millet Meclisi İcra Vekillerinin Suret-i İntihabına dair Kanunla Şeriye ve Evkaf Vekaleti ihdas edilmiştir. Vakıflar ise bu vekaletin içerisinde “Evkaf Müdiriyet-i Umumiyesi” şeklinde örgütlenmişlerdir.
1920 – 1924 yılları arasında görev yapan Şeriye ve Evkaf Vekaleti, merkez teşkilatında aldığı kararları tam anlamıyla uygulayamamış ve bu dönem vakıf müessesesi için bir geçiş dönemi olmakla kalmıştır.1924 yılında 429 sayılı Şeriye ve Evkaf ve Erkan- ı Harbiye-i Umumiye Vekaletlerinin İlgasına Dair Kanunla, Evkaf Umum Müdürlüğü kurulmuştur. Ancak bu müdürlüğün idare şekli ve merkez teşkilatını belirlemek ve bunun yanı sıra vakıflarla ilgili gelir ve harcamaların nasıl bir şekle bağlanacağı, bu konuda nasıl bir uygulama yapılacağı hususu vekaletin ilgasından sonraki dönemde önemli bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Tüm bu sorunlar eklemelerle giderilmeye çalışılmışsa da , bu çalışmalar tam anlamıyla işe yaramamıştır. 17/02/1926 tarihli 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ile vakıflarla ilgili bir takım yeni hükümler getirilmiş olmakla beraber, bu hükümler genel anlamda vakıfların kuruluş ve idarelerine ilişkin olduğundan, kapsayıcı olmamıştır. Ancak yine aynı tarihte yürürlüğe girmiş olan “Kanun-u Medeninin Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkındaki Kanun”un 8 maddesi “Kanun-u Medeninin meriyeti vaazından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında, ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur” diyerek yeni bir kanuna işaret etmiştir.[5] 1926 yılından önce kurulmuş olan vakıflar hakkında böyle bir ihtiyaca işaret edilmesi sonucu, yeni çalışmalara başlanmıştır.
Yukarıda da bahsedildiği gibi Osmanlı Devletinden intikal eden vakıfların ne şekilde idare edileceği hususu önemli bir sorun teşkil etmiştir ve bu sorunun çözümü için İsviçreli Prof. Leemann 1929 yılında hükümet tarafından çağrılmıştır. Hazırlanan layihalar son şeklini alarak 1935 yılında kanunlaşmış ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ihdas edilmiştir. Böylece “Kanun-u Medeninin Sureti Meriyeti ve Şekli Tatbiki Hakkındaki Kanun”un 8 maddesi’nde işaret edilen yeni kanun ihdas edilmiştir. Şu hususu da belirtmek gerekir ki 1924- 1935 yılları arasında yapılan düzenlemer, vakıflar yapılanmasının düzene sokulmasının yanında, vakıfların tasfiyesini de amaçlamıştır. Yapılan düzenlemelerle vakıf müessesesinin kamu hizmetleri içerisindeki payı gittikçe küçülmüş, Osmanlı Devletinde vakıflar tarafından görülen bir çok hizmet Cumhuriyet yönetiminde başka kurum ve kuruluşlara devredilmiştir.
2762 sayılı Vakıflar Kanunu ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi, günümüzdeki mevcut düzenlemenin temelini oluşturmuştur. 743 sayılı kanun yerini 22/11/2011 Tarihli 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’na bırakmış , 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ise 20/02/2008 tarihli 5737 sayılı kanunla mülga edilmiştir.
Görüldüğü gibi vakıflar mevzuatının gelişimi, sancılı ve karışık bir şekilde ilerlemiş olmakla beraber, bu karışıklık yürürlükteki 5737 sayılı kanunda halen kendini hissettirmektedir. Öyle ki 5737 sayılı kanun, hükümleri itibariyle halen Mülga 2762 sayılı kanun, Mülga 743 sayılı kanun ve 4721 sayılı kanunu dengelemeye çalışmaktadır.
B ) 5737 SAYILI KANUNUN 17. MADDESİ
5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17. Maddesi, icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazların belli koşullarda vakıflarına dönmesini düzenlemiştir. Kanun metni incelendiğinde kanun koyucu bu taşınmazların rücusunu “MADDE 17: Tasarruf edenlerin veya maliklerin mirasçı bırakmadan ölümleri, kaybolmaları, terk veya mübadil gibi durumlara düşmeleri halinde icareteynli ve mukataalı taşınmaz malların mülkiyeti vakfı adına tescil edilir. “ şeklinde hüküm altına almıştır.
- madde her ne kadar kısa bir madde olsa da, bu maddenin daha iyi anlaşılması için gerek maddenin evveliyatı, gerek ise vakıflar hukukunun bazı terimleri üzerinde durmamız gerekmektedir. Önemli ve açıklanması gerekli olan hususlardan ilki, icareteynli ve mukataalı taşınmazlar kavramıdır.
- İcareteynli Ve Mukataalı Vakıf Kavramları
Vakıfların sınıflandırılması hususunda bir çok kıstas kullanılmıştır. Eski hukukta vakıflar, vakfedilen malın cinsi, yararlanma şekli, malın mülkiyetine ve yararlanan kişilere göre çeşitli isimlerle anılmıştır. 2762 sayılı ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunlarında ise,malın kiraya verilmesine göre yapılan vakıf ayrımı esas alınarak, kanun koyucu tarafından icareteynli ve mukataalı vakıfların tasfiyesi özel olarak düzenlemiştir.[6]
- İcareteynli Vakıf
Sözlükte “çifte kiralama veya iki kira bedeli” anlamlarına gelen icareteyn, bir fıkıh terimi olarak, vakıf akarlarının, biri peşin ve diğeri de vadeli olmak üzere çift kira bedeli ile uzun süreli olarak kiraya verilmesini ifade etmektedir.
5737 sayılı kanunda icareteynli vakıf : “Değerine yakın peşin ücret ve ayrıca yıllık kira alınmak suretiyle süresiz olarak kiralanan vakıf taşınmazları” tanımıyla ele alınmıştır. Osmanlılarda vakıf akarlarında uygulanan bu kiralama usulünde, akarın gerçek kıymetine yakın veya eşit bir ücret peşin olarak verilir, ayrıca her ay veya yıl sonunda cüzi bir kira ödenir. Böyle kiralanan vakıf akarlarına, icareteynli vakıflar, kiralayana da icareteyn mutasarrıfı denir.
İcareteynli (Çift İcarlı) vakıfta görüldüğü üzere, vakıf hem gerçek bedeline yakın peşin bir bedelle, sonrasında ise vadeli olarak kiraya bağlandığından icareteyn mutasarrıfı, mülkiyet hakkına benzer sonuçlar doğuran bir tasarruf hakkına sahiptir. Taşınmazın mülkiyeti vakıfta kalmakla beraber mutasarrıfın süresiz; kullanma, faydalanma ve rakabe üzerinde tasarruf hakkı vardı. İcareteynden doğan bu hakların intikali de mümkündü.
- b) Mukataalı Vakıf
Kelime anlamı kesişmek, birbirinden kesilmek demek olan mukataa, Osmanlılar’da değişik anlamlara gelmekle beraber, ekonomik bir terim olarak; devlete ait bir gelirin yıllık, peşin para karşılığında kiralanmasını ifade eder . Mukataaların gelirleri hiç kimseye dirlik olarak verilmez, geliri doğrudan Divan-ı Hümayun’a aktarılırdı . Miri arazi sisteminin uygulandığı her yerde bu şekilde devletin nakit para ihtiyacını karşılamak için, mukataa usulüne başvurulmuştur. [7]
Osmanlı hazinesinde önemli bir gelir kaynağı olan mukataa sistemi, vakıflarda da uygulanmaktaydı. Ancak mukataa sözleşmesinin yapılması için, belirli koşulların gerçekleşmesi gerekmekteydi. Buna göre mukataalı vakıfta, taşınmaz üzerine yapılan binaların, dikilen ağaçların çeşitli nedenlerle zarar görmesi (yangın, sel vb.) ve vakfın kendi imkanlarıyla bunu tamir edememesi, eski hale getirememesi gerekmekteydi. Vakıf, söz konusu eserlerin eski hale getirilmesi, ağaçların dikilmesi, binanın onarılması karşılığında mülkiyetini kendi üzerinde tutarak kullanım (yararlanma) hakkını süresiz olarak mutasarrıfa geçirmekteydi. Mukataalı vakfın söz konusu olması için, taşınmazın kiraya verilmesinin ya da elde edilecek kira bedeli ile taşınmazın onarımının yapılmasının mümkün olmaması gerekliydi.
5737 sayılı vakıflar kanununda mukataalı vakıf : “ Zemini vakfa, üzerindeki yapı ve ağaçlar tasarruf edene ait olan ve kirası yıllık olarak alınan vakıf taşınmaz” şeklinde tanımlanmıştır.
2) 5737 Sayılı Kanunun 17.Maddesinin Gelişimi
Günümüz vakıflar mevzuatında 17. maddenin gelişimine bakacak olursak göze çarpan ilk nokta, bu maddenin ve bağlı olduğu diğer maddelerin asıl amaçlarının icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazların tasfiyesidir.
İcareteynli ve Mukatalı vakıf mallarının tasfiyesindeki amaç, 743 sayılı Medeni Kanunla gelen mülkiyet anlayışına ters düşmemektir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi icareteynli ve mukataalı taşınmazların maliki mutasarrıf değil vakıftır. “Medeni Kanunun kabulünden sonra 2762 sayılı yasa ile mülhak ve mazbut vakıflar yeni bir statüye kavuşturulmuştur. Bu Yasanın 29. maddesi ile vakıf taşınmaz mülkiyeti üzerindeki “tasarruf hakkı, kuru mülkiyet ( rakabe ) hakkı” ayrımına son vermiş, mülkiyetin mutasarrıfa nasıl geçeceğini hükme bağlamıştır.”[8]
- 2762 Sayılı Kanundaki İlgili Maddeler
5737 sayılı vakıflar kanununun temeli olarak sayabileceğimiz mülga 2762 sayılı vakıflar kanununda tasfiye başlığında düzenlenmiş olan 26. madde ”Bu kanunun neşrinden sonra vakıf mallar mukataaya ve icareteyne bağlanamaz.” şeklindedir. Devamı olan 27. madde ile de kanun koyucu “Vakfın türüne göre ayrım yapılmaksızın üzerinde taviz şerhi bulunan mevcut mukataalı veya icareteynli vakıf taşınmaz malların mülkiyetleri, taşınmazların bulunduğu illerde defterdarlık, ilçelerde mal müdürlüğü bünyesinde yer alan Hazine taşınmaz malının satış ihalesine yetkili olan komisyon tarafından takdir edilecek rayiç bedelinin yüzde yirmi oranında hesap edilecek taviz bedeli karşılığında mutasarrıflarına geçirilir. Taviz bedeli ödenmeden ortaklığın giderilmesi veya cebri icra yoluyla satışı yapılacak taşınmaz malların taviz bedellerinin hesaplanmasında satış bedeli esas alınır.” hükmüyle mevcut icareteyn ve mukatalı taşınmaz şerhinin terkini için gerekli olan taviz bedelinin hesaplanmasını düzenlemiş, bir sonraki madde olan 28.maddede ise “ Yukarıdaki maddede yazılı tavizler toptan ödendiği takdirde gayrimenkulün mülkiyeti mutasarrıfı adına tapuda tescil olunur. Bu tavizin yarısı peşin ve geri kalanı üç yılda üç müsavi taksitle de ödenebilir.Bu takdirde mülkiyet mutasarrıfı adına tescil edilmekle beraber gayrimenkulün tamamı geri kalan taksitler için birinci derecede ve birinci sırada ipotek sayılarak tapuya böylece kaydolunur.Taksitler için kanuni faiz yürütülür.Bu taksit zamanında ödenmezse geri kalan taksitlerin tamamı muaccel olur.Mülkiyetin mutasarrıfı adına tescilinden itibaren mukataa ve icare alınmaz.” hükmüyle taviz bedellerinin ödenmesi koşullarını ve ele almıştır.
- b) 2762 Sayılı Kanun 29.Madde
Yukarıda sayılan hükümlerle görüldüğü gibi mutasarrıfın hesaplanacak olan taviz bedelini ödemek koşuluyla taşınmazın maliki olması düzenlenmiştir. Söz konusu taviz bedeline karşılık vakfa taşınmaz üzerinde ipotek tesisi hakkı tanınmıştır. Konumuz açısından 2762 sayılı Vakıflar Kanunu’nun bir sonraki maddesi olan 29. madde üzerinde önemle durmamız gerekmektedir.
2762 sayılı kanunun 29. maddesi, 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 17 vd. maddeleriyle mülga edilmiştir. 17. madde içerik açısından 29/2. maddeyle paraleldir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi 2762 sayılı kanunun 26, 27 ve 28 maddeleriyle mutasarrıfın taviz bedeli ödeyerek malik olması koşulları ile ilgilidir. 29.madde ise taviz bedeli ödenmemesine rağmen MK olağanüstü zaman aşımı hükümlerine paralel olarak mülkiyet hakkının kazanılmasını düzenlemiştir.
29.maddeyi inceleyecek olursak madde : “ 1) On yıl içinde bu Kanun hükümlerine göre taviz vermek yolu ile icareteyn veya mukataa kayıtları terkin edilmemiş olan gayrimenkullerin mülkiyeti on yıl sonunda kendiliğinden mutasarrıflarına geçer ve vakfın hakkı da ivaza dönerek gayrimenkulün tamamı bu ivaz karşılığında birinci derece ve birinci sırada ipotek sayılır. Genel Müdürlük o yıl tahakkuk ettirilen icare veya mukataa üzerinden hesaplanabilecek olan bu tavizlerle vaktinde ödenmeyen taksitleri mutasarrıfın başka mallarına müracaat yolu ile ve Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanuna göre tahsile dahi yetkilidir.
2) Bu madde gereğince mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan gayrimenkullerde maliklerin Hazineden başka varis bırakmadan ölümleri halinde, mülkiyet mahlulen vakfına rücu eder. Bu Kanunun yayımı tarihine kadar maliklerinin ölümleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye İntikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkullerde yukarıdaki fıkra hükmüne tabidir.” şeklindedir.
Şunu belirtmek gerekir ki 2762 sayılı kanun yürürlüğe girdiği tarihte 29. madde tek bir fıkradan (29/1) oluşmakta idi. O zamanki haliyle vakıf taşınmazın vakfına dönmesi öngörülmemiş; 26, 27, 28 , 29 ve 30. maddelerle sadece taşınmazın mutasarrıfın mülkiyetine geçmesi düzenlenmiştir. Mutasarrıf tarafından mülkiyetine hak kazanılmış taşınmaz artık vakıf değil özel mülk olduğundan intikali de buna göre (MK) gerçekleşmekteydi. Mutasarrıfın mirasçılarına intikal eden taşınmaz, mutasarrıfın mirasçı bırakmadan vefatı halinde 743 sayılı Medeni Kanun hükümleri gereği hazineye intikal etmekteydi. Ancak daha sonra yasa koyucu öncesi vakıf olan bu taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini daha uygun görmüş, bazı ayrıcalıklar dışında hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. İşte bu nedenle 22.09.1983 tarih 2888 sayılı kanunun 2.maddesiyle 2762 sayılı kanunun 29.maddesi değiştirilerek, mevcut maddeye yukarıda belirttiğimiz 2. fıkra olan “Bu madde gereğince mülkiyeti mutasarrıflarına geçmiş olan gayrimenkullerde maliklerin Hazineden başka varis bırakmadan ölümleri halinde, mülkiyet mahlulen vakfına rücu eder. Bu Kanunun yayımı tarihine kadar maliklerinin ölümleri üzerine son mirasçı sıfatıyla Hazineye İntikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmemiş bulunan gayrimenkullerde yukarıdaki fıkra hükmüne tabidir.” hükmü eklenmiştir. Böylece Medeni Kanunun 448.maddesinin hazinenin mirasçı olacağı yönündeki genel hükmünden ayrılarak “vakfa rücu” kuralı getirilmiştir.
2888 Sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 22/09/1983 tarihinden itibaren böylece aslı vakıf olan taşınmazların hazineye intikali yolu kapanmıştır ve o tarihe kadar hazineye yapılmış olan intikaller ise geçerli sayılmıştır. Bu değişiklikle 5737 sayılı kanunun 17. maddesinin evveliyatı oluşturulmuştur.
3) 17. Maddeye Göre Vakıf Taşınmazın Tescilinin İstenmesi
- Taraflar
Yukarıda açıklandığı üzere 22/09/1983 tarihinden itibaren aslı icareteynli ve mukataalı vakıf olan taşınmazların vakfına döneceği kararlaştırılmıştır. Bu konuda taşınmaz tapu kaydının iptal ve tescilinin bizzat vakıf tarafından istenebileceği gibi kimi durumlarda davanın taraflarından birisi vakıf olmamasına rağmen hakim bu hususu re’sen gözeterek taşınmazın vakfa rücusunun söz konusu olduğu durumlarda davanın vakfa ihbar edilmesine veya halihazırda vakıf tarafından açılmış başka bir dava varsa bu davaların birleştirilmesine karar vermelidir. Davanın ihbar edilmesi konusunda YHGK; “Dava konusu taşınmaz icareli vakıf olduğuna göre, vakıflar idaresi, mahluliyet kararı alarak taşınmazı, vakfına izafeten Vakıflar İdaresi adına tescil ettirmek hakkına sahiptir.
Bu itibarla, mülkiyet aktarımına ilişkin temyize konu davada, tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi halinde, Vakıflar İdaresinin doğrudan doğruya zarara uğrayacağı açıktır.
Hal böyle olunca; Mahkemece, dava dilekçesinin Vakıflar İdaresine tebliği ile davaya katılımının sağlanması için davacı vekiline süre verilmesi gerekirken; dava gerçek hasma yöneltilmeden ve taraflar yasal olarak oluşturulmadan işin esasına girilerek hüküm kurulması doğru değildir. “ şeklinde hüküm tesis etmiştir.[9]
- maddeye dayanarak taşınmazın vakfa rücusunu isteyen vakıf, vakıf taşınmazı mahlul değilse davayı söz konusu taşınmazın tapuda kayıtlı olan maliklerine karşı açmalıdır.[10] Taşınmaza kayyum atanmış olması halinde dava kayyuma yöneltmelidir. Taşınmaz eğer haksız bir şekilde hazineye intikal etmişse bu durumda dava hazineye karşı açılmalıdır.
Davacı vakıf kimi durumlarda da davayı hasımsız açabilecektir. Mutasarrıfın mirasçı bırakmadan ölmesi ve 17.Maddenin diğer koşullarının da sağlanmış olması durumunda davacı vakıf tarafından dava hasımsız açılabilecektir. Bu konuda Yargıtay 1.H.D. “ Davacı idare, hasımsız olarak açtığı davada kayıt maliki mutasarrıfların bulunamadığını, taşınmazın mahlul olduğunu ileri sürerek vakfı adına tescilini istemiştir. 2888 sayılı yasanın yürürlük tarihi 24.9.1983 tarihinden sonra aslı vakıf olan taşınmazların hazineye geçmesine yasal olanağın kalmadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Vakıflar Yasasının tasfiye hükümlerinin işlemesinden önce vakıf malın kuru mülkiyetinin mutasarrıfa geçtiğinden, mutasarrıfın tam malik sıfatını kazandığından söz edilemez. Anılan yasanın 29.maddesinde açıklanan koşullar gerçekleşmeden mirasçı bırakmaksızın ölen kişi malik olamayacağı gibi tasarruf hakkı dahi sona ereceğinden taşınmazın mülkiyetinin hazineye geçtiği ileri sürülemez . Aynı şekilde mutasarrıfı kaçak ve yitik kişi durumuna düşen taşınmazların mülkiyetinin de metruken vakfına dönmesi asıl olup hiç bir surette hazineye geçmesine yasal olanak yoktur. Bu nedenlerle mahkemece ,işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, Hazinenin davada yer alması gerektiğinden bahisle davanın reddedilmiş olması doğru değildir.” Şeklinde karar vermiştir.[11]
- b) Koşulları
Taşınmazın vakfa rücuu için gerekli olan koşulları saymamız için 17.maddede belirtilmiş olan koşulların yanı sıra vakıflar hukuku mevzuatının yukarıda bahsettiğimiz gelişim aşamalarını da göz önünde bulundurmamız gerekmekte. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bir takım değişikliklere maruz kalmış olan vakıflar mevzuatımızda genel anlamda eski ve yeni kanunlar birbirleriyle bağlantılı bir şekilde hareket etmektedir.
5737 sayılı kanun md.17’ye bakacak olursak icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazının maliki veya mutasarrıflarının mirasçı bırakmadan ölümleri, gaiplikleri, terk veya mübadillikleri hallerinde taşınmazın vakfı adına tescili öngörülmüştür. Kanun maddesinin lafzi olan bu kısmında öngörülmüş olan koşulların varlığından ziyade daha geniş bir şekilde sınıflandırmaya gidecek olursak, taşınmazın vakfı adına tescil koşullarını aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;
b.1) Taşınmazın icareteynli veya mukataalı olması (Aslının Vakıf olması)
b.2) Taşınmazın mutasarrıfın mülkiyetine geçip özel mülk haline gelmiş olması
b.3) Malikin mirasçı bırakmadan ölümü veya gaipliği gibi durumlar
b.4) Taşınmazın 2888 sayılı kanunun yürürlüğünden (24/09/1983) önce hazineye intikal etmemiş olması
b.1) Taşınmazın İcareteynli Veya Mukataalı Olması
5737 sayılı Kanunun gereği taşımazın vakfına rücu etmesi için aslının vakıf malı olması gerekmektedir. Bu hususun tescil isteyen vakıf tarafından ispatı gerekmekle beraber, mahkeme de bu hususta re’sen inceleme yapmalıdır. Taşınmazın icareteynli veya mukataalı olması durumu taşınmaz tapu kaydında beyanlar hanesinde belirtilmiş olmalıdır. Bu hususta şunu belirtmeliyiz ki, Yargıtayın bir kararında tapu kayıtlarında icareli veya mukataalı olma durumu açık bir şekilde belirtilmemiş, sadece vakıf malı olduğu beyan edilmiş olan taşınmazların icareli veya mukataalı olup olmadığının mahkemece iyice araştırılmamış olması bozma sebebi olarak gösterilmiştir. (…Üzerinde İcarateyn veya mukataa kaydı bulunmayan taşınmazlar bu kapsama girmezler. Dosyaya alınan taşınmaza ait tapu kaydında taşınmazın “Sultan Mahmut Hani Sani Vakfından” olduğu belirtilmekte ise de, icareteynli veya mukataalı olduğuna ilişkin bir kayıt yoktur. Bu bakımdan dava konusu taşınmazın icareteynli veya mukataalı vakıf mal olup olmadığının araştırılması ve hasıl olacak sonuç uyarınca karar verilmesi gerekir.Bu yön gözetilmeden eksik tahkikatla hüküm kurulması doğru görülmemiştir)[12] Ancak bu hususta bir diğer Yargıtay kararında ise, icareli veya mukataalı olduğu tapu kayıtlarında açıkça belirtilmemesine rağmen taşınmazın vakfa ait olduğunun tapu kayıtları ve kadastro tutanağındaki beyanlarla sabit olduğu kabul edilmiştir. (Dosya içeriği ve toplanan delillerden çekişmeli taşınmazın 7.1.1933 tarih ve 12 sıra numarasıyla hazine adına tapu kaydına bağlandığı; söz konusu kayıtta “…Topal H. metrukesinden ve Ş. Vakfından” olduğunun belirtildiği; anılan kaydın kadastroca 29.7.1994 tarihinde 192 ada, 331 parsel sayısıyla revizyona tabi tutulduğu, kadastro tutanağına aynı hususların işlendiği, Vakıflar Genel Müdürlüğü karşılık yazılarından Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünden gelen mikrofilm defter No 571 Sayfa 143 numarada taşınmazın Ş.Vakfına ait olduğunu bildirdiği, vakfa ait şahsiyet kaydı bulunduğu, vakfın mazbut nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.Belirlenen bu olgular değerlendirildiğinde, çekişmeli taşınmazın aslının vakıf olduğu sonucuna varılmaktadır.Bu tür taşınmazların Hazineye geçmesi özel koşullara bağlıdır.)[13]
Genel olarak toparlamak gerekirse, taşınmazın vakıf adına tescilinin istenmesi için taşınmazın aslının vakıf malı olduğunun sabit olması gereklidir. Bu husus her türlü delille ispat edilebilir olmasına rağmen öncelikli olarak taşınmazın aslının vakıf olduğuna dair tapu kayıtlarında ibare bulunması gereklidir.
b.2) Taşınmazın Mutasarrıfın Mülkiyetine Geçip Özel Mülk Haline Gelmiş Olması
Kanun koyucu tarafından 2762 sayılı kanunun tasfiye bölümünde asıl amaçlananın, icareteynli ve mukataalı vakıf taşınmazlarının yarattığı, 743 sayılı Medeni Kanunun öngördüğü mülkiyet kavramına ters düşen mülkiyet anlayışının yarattığı ikilemi sonlandırmak olduğunu söylemiştik. Bu nedenle bu taşınmazların mülkiyetlerinin, taviz bedellerinin ödenmesi koşuluyla mutasarrıflarına geçmesinin yolu açılmıştır. Taşınmaz mülkiyetinin mutasarrıfına geçmesi hususunda hükümler açısından 2762 sayılı kanunla, Mevcut 5737 sayılı kanun arasında birtakım farklılıklar göze çarpmaktadır. Genel olarak taviz bedellerinin ödenerek icareteynli veya mukataalı taşınmazların mutasarıfın mülkiyetine geçmesi her iki kanunda öngörülmüşse de 5737 sayılı kanundan farklı olarak 2762 sayılı kanunun 29/1. maddesinde, 10 yıl içinde taviz bedeli ödenmeyerek icareteyn veya mukataa şerhi terkin edilmemiş taşınmazın mülkiyetinin 10 yıl sonunda kendiliğinden muatasarrıfa geçeceği öngörülmüştür. Lüzum görülmesi nedeniyle, 13/12/1945 tarihinde bitmesi gereken bu 10 yıllık süreye 4775 sayılı kanunla 10 yıl daha eklenerek 13/12/1955 tarihine çekilmiştir. Böylece 13/12/1955 tarihinden itibaren tüm icareteynli veya mukataalı vakıf taşınmazları mutasarrıflarının mülkiyetine geçmiş ve icareteynli veya mukataalı vakıf taşınmazı kalmamıştır.[14]
10+10 yıllık süreyle taşınmazın mülkiyetinin mutasarrıfa geçmesini öngören 2762 sayılı kanunun aksine, ilga 5737 sayılı kanunda böyle bir süre öngörülmemiştir. 5737 sayılı kanunun 18/1.maddesine göre taşınmaz, taviz bedeli ödenerek serbest tasarrufa terkin edilir. 18/3.Maddeye göre ise , hesaplanan taviz bedelinin tamamı ödenmeden taşınmaz üzerindeki temliki tasarruflar tapu dairelerince tescil olunmaz. Ayrıca Medeni Kanunda öngörülmüş olan zilyetlik yoluyla tapuda maliki olmayan taşınmazın mülkiyetinin kazanılması açısından ise, 5737 sayılı kanunun 23. maddesi ile vakıf taşınmazları bu hususun dışında tutulmuştur.
Bu şartı genel olarak toparlamak gerekirse, 17.maddeye göre vakfın tescilinin istenmesi için taşınmazın mülkiyetinin, yürürlükte bulunduğu süre içerisinde 2762 sayılı kanuna göre veya mevcut 5737 sayılı kanuna göre mutasarrıfa geçmiş olması gerekmektedir.
b.3) Malikin Mirasçı Bırakmadan Ölmesi Veya Gaipliği
17.maddeye göre tapunun iptali ve vakıf adına tescilinin talebi için şüphesiz ki tapuda malik olarak görünen kişinin mirasçı bırakmadan vefatı gerekmektedir. Genel olarak tanımlayacak olursak vakıf hukukunda mahluliyet, icareli veya mukataalı vakıf malları kullanma hakkına sahip olanların gaip, firari olmaları veya alt soy bakımından ölmeleri halinde bu malların mülkiyetinin vakfına rücusunu ifade eder.[15]
Mutasarrıfın mirasçı bırakmadan ölmesi, 17. Maddenin asli koşullarından birisidir. Bu hususun üzerinde Yargıtayca önemle durulmuş, birçok Yargıtay kararında, mahkemenin mahluliyet durumunu yeterince araştırmamış olması bozma sebebi olarak görülmüştür. Malikin mirasçı bırakmadan öldüğü iddiasının nüfus müdürlüğünden sorulması veya gaipse bu durumun da yine iyice araştırılması gerektiği belirtilmiştir. Örnek vermek gerekirse Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, mirasçıların araştırılması konusunda “Somut olaya gelince, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde hüküm vermeye elverişli olduğunu söyleyebilme imkanı yoktur. Şöyle ki, kayıt malikleri İ. B. oğlu A. C. ve Mustafa oğlu Aziz’in mirasçılarının bulunup bulunmadığı Nüfus Müdürlüğünden araştırılmamış, ayrıca Neslişah Sultan vakfının niteliği ve taşınmazın icareteynli veya mukataalı taşınmazlardan olup olmadığı tespit edilmemiştir.”[16] şeklinde hüküm kurmuş , gaiplik konusunda ise yine 1.Hukuk Dairesi “Hal böyle olunca, davaya konu taşınmazların mutasarrıflarının gaip olup olmadıkları bakımından gerekli araştırma ve soruşturmanın yapılması, nüfus kayıtlarının ve kayyımlık dosyasının temini, zabıta araştırmasının yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturmayla yetinilerek yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.” diyerek bu hususların iyice araştırılmasını şart koşmuştur. [17]
Mutasarrıfın mirasçı bırakıp bırakmadığı konusunda nüfus kayıtları önemli bir delil teşkil etmektedir. Ancak mutasarrıfın mirasçılarınca nüfus kayıtlarına istinaden alınmış olan bir veraset ilamıyla ilgili şunu da belirtmek gerekir ki, hasımsız bir dava sonucu alınmış olan veraset ilamına vakıf tarafından itiraz edilmiş olması durumunda, mahkemece hükmün tesisi için hasımlı dava sonucu alınmış bir veraset ilamı getirmesi için davacıya önel verilmesi, ve davacının açacağı davanın sonucu beklenerek bu davada alınmış olan hasımlı veraset ilamıyla hükmün kurulması gerekmektedir.[18]
b.3.1) İdarece Alınmış Mahluliyet Kararı
İdarece mahluliyet kararı verilmesi, 17. maddenin işleyişi açısından önemli bir noktadır. Mahluliyet durumu hangi idareyi ilgilendiriyorsa o idare (Hazine, VGM vs.) müteveffa veya gaip olan malik hakkında, maliğin mirasçı bırakıp bırakmadığı konusunda gerekeli araştırmaları yaparak bu araştırmalara istinaden mahluliyet kararı verebilir. Vakıflar idaresi, mahluliyet kararı vererek bu karara istinaden taşınmazın 17.Maddeye göre kendisine intikalini talep edebilir (Dava konusu taşınmaz icareli vakıf olduğuna göre, vakıflar idaresi, mahluliyet kararı alarak taşınmazı, vakfına izafeten Vakıflar İdaresi adına tescil ettirmek hakkına sahiptir.[19])
İdarece verilmiş olan mahluliyet kararları aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir ve mahkemece dikkate alınmalıdır. Ancak mahluliyet kararına itiraz edilmiş olması durumunda mahkemece artık söz konusu mahluliyet kararının yerindeliği incelenmeli, bu inceleme sonucu verilen karara göre mahlullük ele alınmalıdır. Bir diğer önemli nokta ise mahluliyet kararına karşı itiraz merciinin adli yargı olmasıdır. Mahluliyet kararı idari nitelikte bir karar olmasına karşın, artık Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre bu karara karşı yapılacak itirazın inceleme yeri adli mercilerdir. Tüm bu hususları kapsayacak şekilde Yargıtay 8.Hukuk Dairesi “Görülmekte olan davada idarece alman mahluliyet belgesine dayanılarak dava konusu taşınmaz hükmen Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuya tescil edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.06.1976 gün, 87/2087, 6.12.1985 gün 644/997 ve 25.1.1995 gün 1994/2-696-1995/1 sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere mahluliyet kararları aksi sabit oluncaya kadar uyulması gereken geçerli belgelerdendir. Dava açılmakla mahluliyet kararma karşı çıkılmış bulunulmaktadır. Vaziyet kararları aleyhine ancak idari yargı yerine başvurulabileceği halde, mahluliyet kararlarına yönelik itirazların adli yargı yerinde çözümlenmesi gerekir. Tüm bu açıklamalar karşısında davacı, idarece dava konusu taşınmaz hakkında alınan mahluliyet belgesinin toplanan delillere göre yerindeliğinin incelenmesi icap eder. “ şeklinde karar vermiştir.[20]
b.4) Taşınmazın 2888 Sayılı Kanunun Yürürlüğünden (24/09/1983) Önce Hazineye İntikal Etmemiş Olması
Daha önce de belirttiğimiz gibi, taşınmazın vakfına rücuu konusunda 5737 sayılı kanunla mülga 2762 sayılı kanunda, bu husus kanunun yürürlüğünden itibaren öngörülmemiş, 1983 tarihinde 2888 sayılı kanunla getirilen değişiklik sonrası 2762 sayılı kanunun 29.maddesine ekelenen fıkra ile taşınmazın vakfına rücusunun yolu açılmıştır. 2762 Sayılı Kanunun yürürlük tarihi olan 13/12/1935 tarihinden, 2888 sayılı kanunun yürürlük tarihi olan 24/09/1983 tarihleri arasındaki süreçte, icareli ve mukataalı vakıf taşınmazları, tüm koşulları sağlamaları durumunda MK hükümlerince hazineye intikal etmekteydiler. Kanun koyucu 2888 sayılı kanunla 1983 tarihinden sonra söz konusu vakıf taşınmazların hazineye tescilinin yolunu kapatmış olsa da, bu tarihten önce hazineye intikal etmiş olan taşınmazların durumunu korumak için 24/09/1983 tarihinden önce hazineye intikal etmiş olan taşınmazları ayrık tutmuştur. (Ne var ki, yasa koyucu bu gibi hallerle öncesi vakıf olan taşınmazların vakfına (aslına) dönmesini uygun görmüş, bazı ayrıcalıklar dışında hazineye intikal yolunu kapatmak istemiştir. 24.09.1983 günü yürürlüğe giren 2888 sayılı Yasanın 2.maddesi, 2762 sayılı Yasanın 29.maddesini değiştirmekle kalmamış, ikinci bir fıkra ekleyerek mülkiyeti mutasarrıfa geçmiş olan taşınmazlarda maliklerin bu yasanın yayımı tarihine kadar ölmeleri üzerine son mirasçı sıfatıyla hazineye intikal edip de bu husus tapu kaydına işlenmiş bulunanlar ayrık bırakılarak, işlenmemiş olan taşınmazların mahlulen vakfına rücu edeceğini hükme bağlamıştır. O halde 2888 sayılı Yasanın yürürlük tarihinden önce son mirasçı olarak hazineye intikal edip, tapuda hazine üzerine tescil edilen taşınmazlar, yasada öngörülen ayrıcalıkları teşkil ettiğinden mülkiyetin vakfa dönmesine yasal olarak yoktur.)[21]
c ) Görev ve Yetki konusu
6100 sayılı HMK’ da görev konusunu incelediğimiz zaman, (MADDE 2)- (1) Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. (2) Bu Kanunda ve diğer kanunlarda aksine düzenleme bulunmadıkça, asliye hukuk mahkemesi diğer dava ve işler bakımından da görevlidir.
Vakıflar Kanunundan doğan davalarda görev ve yetki konusu, davanın niteliğine göre değişebilmektedir. Örneğin vakfa kayyum atanması için görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesi, yetkili mahkeme ise vakıf merkezinin bulunduğu yer mahkemesi iken, vakıf evlatlığı tespiti davasında görevli mahkeme asliye hukuk, yetkili mahkeme ise vakfın sicile kayıtlı bulunduğu yer mahkemesidir. Bu konuda özel kanun maddesi bulunmayıp, söz konusu davanın niteliği ve 6100 sayılı HMK hükümlerine bakmamız gerekmektedir.
5737 sayılı kanunun 17. Maddesinin niteliğine baktığımız zaman, davacı vakıflar idaresi veya vakıf iken, davalı taşınmazın tapuda kayıtlı malikleri, mirasçıları, kayyum veya hazine olabilmektedir. Çekişmeli yargı işi olan ve yine mal varlığına ilişkin olan 17. Maddede görevli mahkeme asliye hukuk mahkemesidir.
Yetki konusunda ise , 17. maddenin konusu taşınmaz olduğu için, bu hususta da HMK madde 12 gereği yetkili mahkeme, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi olup, kesin yetki söz konusudur. (MADDE 12- (1) Taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir.
(2) İrtifak haklarına ilişkin davalar, üzerinde irtifak hakkı kurulan taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde açılır.
(3) Bu davalar, birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde, diğerleri hakkında da açılabilir.)
c.1) Gaiplik Durumunda Görev ve Yetki
17.Maddeye göre tapunun iptal ve tescilinin istenmesinde, üzerinde önemle durulması gereken noktalardan birisi de gaiplik durumudur. Yukarıdaki başlıklarda her durumu gaiplik açısından ayrı olarak incelediğimiz gibi görev ve yetki konusunda da yine gaipliğe ayrı bir başlık açmamız gerekmektedir.
HMK 382. maddede çekişmesiz yargı işleri sayılmış olup gaiplik, bu maddenin 2/a-4 bendine göre çekişmesiz yargı işlerinden sayılmıştır. HMK 383.madde ise aksine bir düzenleme olmadığı sürece çekişmesiz yargı işlerinde sulh hukuk mahkemesini görevli kılmıştır. Yetki konusu ise TMK md.32/2’de “Yetkili mahkeme, kişinin Türkiye’deki son yerleşim yeri; eğer Türkiye’de hiç yerleşmemişse nüfus sicilinde kayıtlı olduğu yer; böyle bir kayıt da yoksa anasının veya babasının kayıtlı bulunduğu yer mahkemesidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5737 sayılı kanun 17.madde gereği, eğer malik gaipse bu durumda da vakıf taşınmazın vakfa tesciline karar verilmesi talep edilebilir. Ancak maliğin mirasçı bırakmadan ölmesi durumundan farklı olarak gaiplikte öncelikle gaip malikin gaipliğine karar verilmesi talep edilmelidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi gaiplik talebinde görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir ancak 17. maddenin niteliği açısından değerlendirdiğimizde, davacı vakfın 17. madde gereği gaiplik ve tapu iptal ve tescil taleplerini tek bir dava ile asliye hukuk mahkemesinde açması gerekmektedir. Çünkü davacı vakfın bu noktada gaipliği istemesi, gaiplikte görev konusunu düzenleyen HMK md.382, md.383 ve gaiplik yetki hükümlerini düzenleyen MK.md 32/2’den değil, taşınmazın aynından kaynaklanmaktadır ve bu sebeple gerek görev gerek ise yetki konusunda mal varlığına ve taşınmazlara ilişkin görev ve yetki hükümleri göz önünde bulundurulmalıdır.
Ayrıca MK.md 588, “ (1) Sağ olup olmadığı bilinmeyen bir kimsenin mal varlığı veya ona düşen miras payı on yıl resmen yönetilirse ya da mal varlığı böyle yönetilenin yüz yaşını dolduracağı süre geçerse, Hazinenin istemi üzerine o kimsenin gaipliğine karar verilir.
(2) Gaiplik kararı verilebilmesi için gerekli ilan süresinde hiçbir hak sahibi ortaya çıkmazsa, aksine hüküm bulunmadıkça, gaibin mirası Devlete geçer.
(3) Devlet, gaibe veya üstün hak sahiplerine karşı, aynen gaibin mirasını teslim alanlar gibi geri vermekle yükümlüdür.” şeklindedir.
- maddeye göre talepte bulunması gereken her ne kadar vakıf olsa da vakfın tabi olduğu hükümler açısından, hazinenin tabi olduğu MK. md.588’e dayanabiliriz. Gerek 10 Yıllık kayyumla yönetilme süresi gerek ise diğer hükümle açısından davacı vakfın içine bulunduğu konum, 588. madde içerisindedir.
Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, “Davacının temyiz itirazlarına gelince; Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş ise de; Mahkemenin kararı TMK’nun 32 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan gaiplik davalarında verilmesi gereken karar niteliğindedir. Oysa somut olayda davacı hazine, gaiplik isteği yanında, son mirasçı sıfatıyla taşınmazın tapusunun iptali ile hazine adına tescil isteminde de bulunmuştur. Bu tür bir isteğin TMK’nun 588. maddesi kapsamında olduğu açıktır.
Öte yandan, davanın taşınmazın aynına yönelik olduğu gözetildiğinde olayda HMK’nun 382 ve 383 maddelerinin uygulama yeri de bulunmamaktadır. Zira dava mal varlığına yönelik olup, bu hali ile HMK’nun 2. maddesi kapsamında olduğunun kabulü zorunludur. Anılan madde uyarınca da davada görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu tartışmasızdır.” Kararıyla bu konuda açık bir hüküm vermiştir.[22]
- C) GENEL DEĞERLENDİRME
- Genel olarak 5737 sayılı kanunun 17. maddesini, yukarıdaki tüm bilgiler ışığında değerlendirecek olursak, aslı vakıf malı olan icareteynli ve mukatalı olup yasal yollarla mutasarrıfının mülkiyetine geçmiş olan taşınmazlar, malik mutasarrıfın mirasçı bırakmadan ölmesi, gaiplik, terk veya mübadil olması gibi durumlarda mahlulen vakıflarına dönmektedirler.
- Dava direk taşınmazın 17.maddeye göre vakfına rücu şeklinde tapu kaydının iptali ve vakıf adına tescili şeklinde açılabileceği gibi, gaiplik durumunda aynı zamanda malikin gaipliğine karar verilmesi de aynı davada talep edilebilir. Dava, tapuda kayıtlı malikin mirasçılarına olabileceği gibi, kayyuma veya duruma göre hazineye karşı da açılabilir. Görev açısından asliye hukuk mahkemeleri görevli olup, dava konusu taşınmaz olduğu için yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.
Avukat Yusuf YEŞİLAĞAÇ
İÇİNDEKİLER
- VAKIF KAVRAMI VE TÜRK VAKIFLAR MEVZUATININ OLUŞUMU……………..2
1)- Vakıf Kavramı ……………………………………………………………………………..2
a)- Vakfın Tarihçesi ve Türk Toplumlarındaki Yeri……………………………….2
b)- Vakfın Tanımı………………………………………………………………………..3
2)- Türk Vakıflar Mevzuatının Oluşumu…………………………………………………..3
- B) 5737 SAYILI KANUNUN 17.MADDESİ………………………………………..…………4
1)- İcareteynli ve Mukataalı Vakıf Kavramları…………………………………………..5
a)- İcareteynli Vakıf……………………………………………………………………..5
b)- Mukataalı Vakıf………………………………………………………………………5
2)- 5737 Sayılı Kanunun 17.Maddesinin Gelişimi……………………………………..6
a)- 2762 Sayılı Kanundaki İlgili Maddeler……………………………………………6
b)- 2762 Sayılı Kanun Madde 29………….……………………………………………7
3)- 17.Maddeye Göre Vakıf Taşınmazın Tescilinin İstenmesi……………………….8
a)- Taraflar…………………………………………………………………………………8
b)- Koşulları……………………………………………………………………………….9
b.1)- Taşınmazın İcareteynli Veya Mukataalı Olması……………………….9
b.2)- Taşınmazın Mutasarrıfın Mülkiyetine Geçip Özel Mülk Olması…..10
b.3)- Malikin Mirasçı Bırakmadan Ölmesi veya Gaipliği………………….11
b.3.1) İdarece Alınan Mahluliyet Kararı………………………………..12
b.4)- Taşınmazın 2888 S.K’nun Yürürlüğünden Önce Hazineye…………..
İntikal Etmemiş Olması………………………………………………….12
c)- Görev Ve Yetki Konusu …………………………………………………………..13
c.1)- Gaiplik Durumunda Görev ve Yetki……………………………………13
- C) GENEL DEĞERLENDİRME………………………………………………………………..15
KAYNAKÇA…………………………………………………………………………………..16
KAYNAKÇA
1)- KÖPRÜLÜ, Fuad “Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihi Ehemmiyeti, Vakıflar Dergisi
2)- ORTAYLI, İlber, Türk İdare Tarihine Giriş, Turhan Kitabevi, Ankara, 1996
3)- TURAN,O., (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara
4)- ARSEBÜK, E.,(1937). “Mameleke İstinat Eden Şahsiyet: Vakıf,” Adliye Ceridesi, İstanbul
5)- KORKUSUZ Refik, ERGÜN Ömer, Hukuksal Boyutları İle Eski ve Yeni Vakıflar Kanunu,
Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,2012-2013, cilt 12-13
6)- ÇINAR Ömer, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Taviz Bedeli ve İcareteynli
ve Mukataalı Vakıfların Tasfiyesi, Cilt:15, Sayı:1-2 Yıl:2011
7)- Osmanlı Araştırmaları,Mukataa Sistemi, www.os-ar.com/modules.php?name=
News&file=article&sid=23
8)- YENER, Av.M.Serhat, Vakıf Hukukunda Maluliyet, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1995/1
Sayı
9)- Kazancı İçtihat Bilgi Bankası, http://www.kazanci.com/kho2/ibb/giris.htm
10)- Kanun Maddeleri : http://www.mevzuat.gov.tr/
[1] KÖPRÜLÜ, Fuad “Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihi Ehemmiyeti, Vakıflar Dergisi,S1
[2] ORTAYLI, İlber, Türk İdare Tarihine Giriş, Turhan Kitabevi, Ankara, 1996,S:40
[3] TURAN,O., (1988), Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar,S:45, Ankara
[4] ARSEBÜK, E.,(1937). “Mameleke İstinat Eden Şahsiyet: Vakıf,” Adliye Ceridesi, İstanbul,s:1133-1134
[5] KORKUSUZ Refik, ERGÜN Ömer, Hukuksal Boyutları İle Eski ve Yeni Vakıflar Kanunu, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,2012-2013, cilt 12-13, Syf 69-138 / HATEMİ Hüseyin, Vakıf Kurumunun Tarihi Gelişimi Makalesi
[6] ÇINAR Ömer, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Taviz Bedeli ve İcareteynli ve Mukataalı Vakıfların Tasfiyesi, Cilt:15, Sayı:1-2 Yıl:2011 Syf:105
[7] Osmanlı Araştırmaları,Mukataa Sistemi, www.os-ar.com/modules.php?name=News&file=article&sid=23
[8] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi 2005/2753 E., 2005/3878 K., 31/03/2005 T. Sayılı Kararı
[9] YHGK, 2005/5-666 E., 2005/626 K., 16/11/2015 T. Sayılı Kararı
[10] Yargıtay 8.H.D, 1992/11078 E., 1992/5176 K., 16/03/1992 T. Sayılı Kararı
[11] Yargıtay 1.H.D., 2005/9198 E., 2005/9844 K., 21/09/2015 T. Sayılı Kararı
[12] Yargıtay 2.Hukuk Dairesi, 2005/16649 E.,2005/14378 K., 18/10/2005 T. Sayılı Kararı
[13] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 2005/7073 E., 2005/8554K.,07/07/2005 T. Sayılı Kararı
[14] YENER, Av.M.Serhat, Vakıf Hukukunda Maluliyet, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1995/1 Sayı,Syf.88.
[15] YENER, Av.M.Serhat,Vakıf Hukukunda Maluliyet, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1995/1 Sayı,Syf.87
[16] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 2014/10715 E, 2014/19440 K, 11/12/2014 T. Sayılı Kararı
[17] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 2011/9334 E., 2011/10838 K., 24/10/2011 T. Sayılı Kararı
[18] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 2012/7845 E., 2012/12395 K., 06/11/2012 T. Sayılı Kararı
[19] YHGK , 2005/5-666 E., 2005/626 K., 16/11/2005 T Sayılı Kararı
[20] Yargıtay 8.Hukuk Dairesi, 2008/1030 E., 2008/1661 K., 13/05/2008 T. Sayılı Kararı
[21] YHGK, 2004/8-366 E., 2004/362 K., 16/06/2004 T. Sayılı Kararı
[22] Yargıtay 1.Hukuk Dairesi, 2012/11872 E., 2012/10406 K. 01/10/2012 T. Sayılı Karar